Bugün bir arkadaşımın doğum günü. Ve aynı zamanda ölmeye başlanacak bir sürecin ilk günü. Geri sarınca zamanı, ki aslında bu mümkün değil, 2013 yılında henüz kimsenin ölmediği bir gün bugün. Henüz sakinliğin hakim olduğu, öfkenin kibar sözlerle dile getirildiği bir gün. Biz şarabımızı içiyoruz Gezi Parkı'nda. Ah çok affedersiniz yüksek devlet büyükleri, evet şarap içiyoruz. Arkadaşlarımızla Rihanna konserine gitsek mi diye düşünmüş, vazgeçip Gezi Parkı'na devam etmişiz. Onlarca arkadaşımız ve yüzlerce tanımadığımız insanla bir araya gelmişiz. Bir festival havası.
Çok insan var içeride. Uzun zamandır görmediğim bir beraberlik ruhuna sahipler ve gülüyorlar. Ben çok huzurlu olduğumu hatırlıyorum. İçimden, "Ağaçlar," diyorum, "bizi bir araya getirdi. Dilleri yok ama güçleri hepimizden üstün." Büyük bir huzurla uykuya dalıyorum gece. Sonra sanki bir şey beni sarsmış gibi sabaha karşı uyanıyorum. Telefonumu kapatıp yatarım yıllardır, o sabaha karşı açıp Twitter'a giriyorum, hiç yapmadığım bir şey. Birol Namoğlu'nun tweet'ini hatırlıyorum ilk ve sonra başkalarının. Tam da o anda. "Girdiler!" diyorlar, anlamıyorum, neler oluyor diye düşünüyorum. Hani hep 'biz'den şüphe ettiler ya, şeytani hislerimiz, davranışlarımız, ideolojilerimizden. O ithama hiç uymayacak bir saflık ya da gerzolukla belki, "Neden? N'oluyor?" diyorum.
Bazen çizgi filmleri hatırlıyorum şu bir senede. Gargamel'i mesela. Kötülüğün iyilik karşısında hep yenilgiye uğrayan bir şey olduğunu görmüş çocuklar olarak, kötü kahkahaların bunca zaman gün yüzüne çıkıp uzun ömürlü olabilmesine inanamaz insan... Olabildiğini görüyorum. O gün, o ay ve aylar boyunca.
31 Mayıs'ta kendimizi dizginlenemeyen vahşi atlar gibi meydana atmışız. Kimse birbirini ikna etmek için çaba sarf etmemiş, herkes sanki bir mıknatıs çekmiş gibi orada toplanmış. Çünkü içler dolmuş, içler dolmuş. İçler kurumak üzere. Ama sonradan öğreneceğiz ki, kurumayacak. Bir tek unutursak kalbimiz kuruyacak. Yine de şüphe edilmiş bu saf, bu pür neşeden.
Yaşadıklarımızın bizde yarattığı his keşke sonsuz olsa. Küçükken en çok buna üzülürdüm. Yazlıkta bir tiyatro oyunu hazırlamştık, akşamında uyumak üzereyken tam, anneme hüngür hüngür ağlamıştım, "Neden?" diye sorduğunda, "Çünkü bir daha hiç aynısı olmayacak," demiştim. Dokuz ya da 10 yaşındaydım. Şimdi aynı hisle bugüne adım atıyorum. 31 Mayıs 2014'e. Bundan bir yıl önce huzurla o parkta kendimi bir işe yarar hissediyordum. Tam yakınımda Memet Ali Alabora iPad'iyle kayıt yapıyor ve güçlü bir gülümsemeyle olan biteni anlatıyordu.
"Şimdi ne olacak?" diye soran yüzlerce ve binlerce insanı duyuyorum bugün. Ben de soruyorum. Yarın ne olacak? Yaşadıklarımız bizi nereye götürecek? Evde olan biteni mi izleyeceğiz? Yoksa yine aynı yerde kalbimizin kurumadığını mı göstereceğiz? Her ne olursa olsun, yaşadığımız şeyin olağanüstülüğünü unutmayacağız. Bu uğurda ölenlerin adlarını anmadı başımızdaki 'büyükler'. Biz küçük insanlar, her gün onların cesaretini daha çok anacağız. Buradan geri dönüş yok. Senin varoluşunu kimse yenemeyecek. Her şeye rağmen. Senin kalbin ve vicdanın her şeye yetecek.