29 Ağustos Pazartesi uzun zamandır beklediğim bir gündü. Normal şartlarda kendimle ilgili paylaşmayacağım bir şeyi yazacağım çünkü galiba hayatımın dönüm noktalarından birini geride bıraktım. Bir ameliyat geçirdim. Boynumda uzun zamandır var olan, daha önce bir kez alınmak üzere açılıp riskleri sebebiyle dokunulamayan, fakat yıllar içinde giderek büyüyen, hatta artık dışarıdan da belli olan bir tümör vardı. Kötü huylu değildi ama büyüme hızı ve bulunduğu bölgede yarattığı baskı sebebiyle artık gecikmeden alınması gerekiyordu. Sorun şu ki, çok hassas bir ameliyat olacaktı ve birtakım riskler içeriyordu. Bunlardan ilki, benim için en sıkıntılı olanıydı: Ses telleri. Operasyon esnasında tümör çıkarılırken ses tellerimin felç olma ihtimali vardı. Yani bir daha şarkı söyleyememeyi geçtim, konuşma sesimin bile gitmesi/değişme ihtimali.
İnsan tuhaf bir yaratık. Doktor bunu bana aylar önce, “Bir şarkıcı için kabullenmesi kolay bir haber değil,” diyerek ilk söylediğinde, birkaç dakikalık şok ve gözümden yaş gelmesin diye ellerimi sıkı sıkı sıkmam haricinde, 15-20 dakika içinde kafam bana hızlıca şunu empoze etmeye başladı: “Daha beteri olabilirdi. Daha beteri olabilirdi. Sen iyi durumdasın.” Bu -her şeye rağmen- iyi senaryoydu. Aylarca kafamda yüzlerce düşünce koştu, uçuştu, yuvarlandı ve savruldu. Birkaç yakınım dışında kimseye bir şey anlatmadım. Hatta bu riski adlı adınca tam olarak hiç dile getirmedim. Hep yuvarlayarak geçiştirdim. Belki totem diye, belki de sonucu görmeden ihtimal üzerinde konuşup vahvahlanmaktan hoşlanmayan biri olduğum için, bilmiyorum. Yine de benim için tüm ilkbahar ve yaz, kişisel ve ülkesel dertlerin dışında, etrafıma ve hatta galiba kendime bile çaktırmamaya çalıştığım, kafamın arka taraflarına ittirdiğim şu düşünceyle geçti: “Hayatımın en büyük aşkına, müziğe artık veda mı edeceğim?” Hatta son konserlerime (özellikle Boğaz’daki tekne konserime) arkadaşlarıma hissettirmemeye çalışarak, “Acaba bu son mu?” diyerek çıktım.
Dedim ya, insan tuhaf bir yaratık. Hayatımın en büyük gerçekliği saydığım, onsuz yaşayamam diye düşündüğüm, benim ben olmamı sağlayan şarkı söyleme sihrini kaybetme fikrini aklım bir süre sonra kabul etti. Ya da işte eder gibi göründü. Kendime teoride yeni iş kolları yarattım, yeni bir CV hazırlarım dedim, belki azmedip bir enstrümanda uzmanlaşır ve sahneye öyle çıkarım dedim, belki bu bir fırsattır, artık bambaşka biri olurum diye düşündüm. Bir süredir kendimi yorgun hissediyordum. Çok hem de. Ülke şartları, sanat halleri derken aklımdan geçen cümleler şu noktaya kadar geldi: “Ben onu bırakamıyorum, belki de artık onun beni bırakma zamanı gelmiştir. Böylesi daha kolay.” Ameliyattan bir gece önce artık sanki hayatımda hiç şarkı söylememiş biri olduğumu hissetme noktasına kadar varmıştım :) Sanki hiç sahneye çıkmamış, hiç albüm çıkarmamış, hiç beste yapmamış. Yine de evde ufak bir şarkı mırıldandım. Gerekirse anı olarak kalsın diye.
Ameliyata girerken en son doktoruma sesimi kaybedersem beni asistanı olarak işe almak zorunda kalacağını söyledim, bunun olmaması için elinden geleni yapacağını söyledi, uykuya daldım. Saatler sonra uyandım. Başımda doktorum, “Melis bir şeyler söyler misin?” dedi. “Merhaba,” dedim. Harika bir insan olan Prof. Dr. Günter Hafız’ın asistanı olmayacaktım, ameliyat başarılı geçmişti, felç riski ortadan kalkmıştı. Dışarıda bekleyen herkes derin bir nefes aldı. Ben şüphecilikte sınır tanımadığım için, “Bana doğruyu mu söylüyorsunuz? Şarkı söyleyebilecek miyim? Her şeye hazırlıklıyım, söyleyin,” demeye devam ettim bir süre. Artık kendimi nasıl hazırladıysam…
Şimdi annemlerin evinde, ara ara pencerenin dışındaki çınar ağaçlarına bakıp bu yazıyı yazıyorum. İyiyim. Sesimde operasyon sebebiyle bir yorgunluk izi olmasına rağmen konuşabiliyorum. İki-üç haftaya hafif ses egzersizlerine başlayıp biraz biraz şarkı söylemeye çalışacağım. Kuvvetimi kazanmam sanırım biraz zaman alacak. Büyük büyük laflar etmek istemiyorum ama galiba insan yaşı ilerledikçe şükretmenin ne kadar özel bir şey olduğunu anlıyor. Araba her an keskin dönemeçlere giriyor ve ne kadar savrulacağını hiçbir zaman kestiremiyorsun. Ama eğer toparlayabildiysen ve bir süre bile olsa düz yolda gidebiliyorsan bunun iyi bir şey olduğunu anlıyorsun. Bu kadar basit aslında. Bir süre düz yol. Buna minnet ve şükrediyorsun.