3 Aralık 2012 Pazartesi

Cep Telefonsuz 4. ve 5. Gün

Telefonsuz olmanın en güzel tarafı, şarjın hiç bitmiyor. Son zamanlarda telefonu gün içinde en az iki kere şarj etmekten bıkmış biri olarak söylüyorum: Pil işaretinin o kırmızı görüntüsü, yüzde 10 gerginliği, şarj aletinin manasız kısalığı yüzünden iki büklüm eğilerek konuşmalar... Hepsi uçtu gitti (geri gelmek üzere tabii).
Telefonsuz olmanın bir diğer güzelliği ise telepatik yönlerinizi geliştirmesi. Mesela bugün Daha Az Renk'in müzik direktörlerinden, eski dostum Tansu Kaner'le buluşmam gerekiyordu. Yine bir ankesörlü macerasına girişmek üzere bir elime telefon kartımı, diğer elime de kağıt mendilimi almıştım ki, "Hayır!" dedim, "Tansu'yu aramayacağım çünkü onu Cadde'de bulacağım." Çok emindim bundan. Hatırlıyorum, eskiden böyle şeyler olurdu. Nitekim Erenköy civarlarında Türk kahvesini yudumlarken buldum kendisini. Bu gibi saçma mutluluklarla beşinci günümü geçiriyorum.
Fakat işin doğrusu her şey o kadar da tereyağından kıl çeker gibi ilerlemiyor. Mesela telefonsuz olunca internet bankacılığının kullanılamadığını dün fark ettim. Güvenlik şifresi telefonunuza geliyor ve o kadar. Hikaye bitiyor.
Ben iyi-kötü beşinci günümü devirirken arkadaşlarımdan bazıları isyan bayrağını çekmeye başladı. Ayhan (Abayhan) evden arayıp, "İlkçağa döndük ama!" diye azarladı, cep telefonuyla ilişkisi neredeyse ona bir nüfus kağıdı çıkartacak derecede olan menajerim Harun (Velioğlu), "Artık yeter, bitsin bu eziyet," diye veryansın etti. Henüz pes etmedim.
Enteresan bulduğum bir şey var, kimi tanıdıklarım telefonsuz olmanın görüşmeye engel olduğunu düşünüyor. Sonlarına üzgün suratlar ekledikleri maillerde, "Nasıl bulacağım seni?" yazıyor. Cumartesi akşamı mahalle pizzacımız Babbo'ya uğradığımda, yanımda sadece müzik dinleyebildiğim ve internete girebildiğim bir mp3 çalar vardı. Gün içinde arkadaşlarımdan bazılarına, "Şuraya şuraya gidebilirim," demiştim. Kalabalık mekanda sohbet ederken barmen Celal biraz şaşkın bir ifadeyle yanıma yaklaştı. Elinde Babbo'nun telsiz telefonu vardı. Telefonun ağzını kapatarak çok alçak bir sesle, "Melis Hanım," dedi, "Acaba Cenk Turanlı diye birini tanıyor musunuz? Sizi arıyor da."
Bir Reality Bites, Winona Ryder-restoran sahnesi yaşayacakmışım demek şu hayatta... Üstelik yıl '94 de değil.

1 yorum: