12 Ekim 2011 Çarşamba

Pearl Jam Twenty'yi izledikten hemen sonra...


Hep geçmişi özleyen biri oldum. Kendimi bildim bileli. Liseden mezun oluyordum, mezuniyet konuşmasını benim yazmamı istemişlerdi. "Zaman uyandırdı beni," diye başlıyordu yazı ve onunla olan kavgamı anlatıyordu. Zaman, "Kalk hadi, buradan gitmenin vakti geldi," dedikçe, "Hayır, daha erken" deyişimi, günlerin, haftaların nasıl acımasızca hepimizi ezdiğini anlatıyordum. 18 yaşında bile değildim. Hayatımın sonunun geldiğini zannediyordum.
20'li yaşlarımın çoğu hep bir şeyleri kaçırmış olduğum hissiyle geçti. Hep bir şeyler geçip gitmişti ve ben koşamamıştım. Rüyalarda olur ya. Yetişemezsin. Hareketlerin yavaş çekimde gibidir. Sonra yıllar geçtikçe geçmişimde peşimi hiç bırakmayan o 'geçip gitti zaman' temasını (ki böyle söyleyince ucuz bir pop şarkısını andırıyor) ne kadar erken ve yersiz kafama kaktığımı düşündüm. "Aptal mıyım ben ya!" dedim, "20 yaşındayken bir 80'lik gibi yaşıyormuşum."
Sonra ironik bir şekilde yine zamanın yardımıyla unutturdum kendime bu hissi. Yapmak istediklerimin peşini bırakmadıkça, hayatta seçimlerimi sadece kendi istediğim şekilde yaptıkça da uzaklaştı o 'geç kalmışlık' hissi benden. "Yapıyorum işte," dedim. "Geçi erkeni yok."
Bu akşam Pearl Jam'in 20 yılını anlatan belgeseline gittim. Tek başıma. Galiba özellikle tek başıma gitmek istedim. Günler öncesinden biletimi aldım. Orada geçmişe, çok sevdiğim yıllara, çok sevdiğim müziklerin doğduğu yıllara tek başıma tanıklık etmek istedim. O zamanki Melis'le bir daha karşılaşmak istedim. Dakikalar geçtikçe, Pearl Jam'i, Seattle'ı, o dönemleri izledikçe yavaş yavaş kafama unuttuğum, bir yerlere gizlemiş olduğum o 'geç kalmışlık' hissi yerleşti. O kadar garip ki, bazen ölmüş olan birini rüyanda görürsün ve içine pis bir his yayılır. "Nasıl yani, yaşıyor muymuş?" diye. O 'geç kalmışlık' bana bu şekilde geldi. Film boyunca gitmedi. Beni rahatsız edeceğini sandım. Etmedi. Hatta hiç tahmin etmeyeceğim şekilde onu özlediğimi fark ettim.
Çünkü artık geç kalmadığımı biliyordum. Elimden geleni yapmıştım. Ve artık düzlüğe çıkmıştım. Bu his artık beni yenemezdi. Ama bu hissi özel kılan bir şey olduğunu anladım. Benim 'bu hayatta başka bir şeyler yapılabilir' inancına sahip olmamı sağlamıştı. Ve belki de itici gücüm buydu.
Filmden sonra garip bir hisle eve dönerken telefonuma mesajlar gelmeye başladı. Filmi İstanbul'un başka köşelerinde izlemiş olan kardeşimden, yakın arkadaşlarımdan. Hepsi hüzünlüydü. Hepsi bira içmek istiyordu :) Ve sanki hepsi benim hissettiğim gibi, hayatta başka/yeni bir şeyler yapılabileceğini düşünüyordu. Kaçak'tan Övünç de mesajlaştığım kişilerden biriydi. Derdimizi birbirimize anlatmaya çalışırken şöyle dedi: "Bu his, geçmişteki bizi hatırlamak değil, yine o biz olabilme ihtimalini görmek." Bu cümleyi öpüp başıma koyacağımı söyledim.
Sakın geçmişte olduğunuz kişiyi bir kenara kaldırmayın. Ya da kaldırın. Ama zamanı gelince kolay çıkarabileceğiniz bir yerde olsun. Gerekiyor çünkü. Biliyorum. İyi geliyor. Garip ve biraz 'galiba şimdi ağlayacağım' hissiyle geliyor. Ama yaşadığınızı hissettiriyor. Bir şeyler yapmak istediğinizi ve yapabileceğinizi. Ben şimdi bir şarkı yazacağım mesela :)
Şerefinize. Ve yaşasın 90'lar!

3 yorum:

  1. Pearl Jam ile 90 yıllara dönmek.. Demek bu belgesel sadece grubun 90 yıllarda neler yaşadığını, duyulmamış olanlara anlatmanın yanısıra insanın geçmişini hatırlatma konusunda da yardımcı olduğunu anlıyorum. Belgeselin içeriğinde çok insanın geçmişinde yaşadıklarını tekrar akıllara getirmesi ise belgeselin ne kadar samimiyet içerisinde kayıt edildiğini gösteriyor. Pearl Jam belgeselini sabırsızlıkla bekliyordum, şimdi bu yazıdan sonra izleme isteğim daha da arttı..

    YanıtlaSil
  2. ne keyifli seni okumak, anlamak...

    YanıtlaSil
  3. 14 aralıkta sizi dinlemek için sabırsızlanıyorum.bir sanatçının bizim hissettiklerimizi hissedip kendi diliyle bu güzel yazıyı bu bloga yazması çok hoşuma gitti.ve bir insana bence söylenebilecek en anlamlı sözle iyi ki varsınız.

    YanıtlaSil