29 Kasım 2012 Perşembe

Aptal Hırsızların Parmakları!

Demin telefonum çalındı. Fena üzüldüm. Değerine değil. Aslında ayıp etmeyeyim, geçen sene doğum günümde arkadaşlarım almıştı toplanıp. İyi bir telefondu. Ben en çok içinde olan müziklere üzüldüm. Beste kırıntılarına, not defterine yazdığım sözlere...
Hep düşünmüşümdür. Bir şeyi bulunca bir insan, nasıl onu cebine atar? Ne dürtüyle? Ben bulduğumu sahibine ulaştırmak için karakollarda saatlerimi çürütürken. Ha ben çok ahlaklıyım diye değil, ben bunu hep bana öğretildiği şekilde yaptım da, benim kaybettiğim o telefonu arayınca çalar çalar ve sonra bir an açılır sonra ansızın kapanıp nasıl ulaşılmaz bir karanlık olur? O insanın kafasının içindeki düşüncelerden biri olmak isterim hep. Elinin hangi parmağı dokunmuştur 'elin' malına. Hangi vicdanla?
Etrafta hep "Boş ver," diyen insanlar olur. O insanlar kaybı telafi edeceklerini en iyi niyetleriyle dile getirirler. Edemezler. Yarın olur. Senin telefonun/kazağın/kalbin eksik olur. O insanlar tam gibi davranıp sana kaybettiğin her şeyi geri verecekmiş gibi gözlerle bakarlar, sen itiraf edemediğin bir eksiklik içinde olursun. Sanki kayıp için üzülmek de bir ayıp olur. Malın kıymetliymiş gibi. Anlatamazsın da. Hele benim gibi cansızlara can yükleyen insanlar hepten anlaşılmaz olur.
Telefonumu kaybettim, çok üzgünüm. Minik çantamı kaybetmiştim geçen yıl, onun için de üzülmüştüm. Bir insan gibi oldukları için. Benim için. Hayatıma eşlik ettiklerinden. Beraber bir yılı paylaştık. Şimdi berbat bir yabancının parmakları arasında hiç hak etmedikleri yaşamları sürüyorlar. Onun için üzülüyorum. İnşallah hiç üşümüyorlardır. Aptal hırsızların parmakları arasında...

7 yorum:

  1. aptal hırsızların parmakları arasında başka hayatlar..belkide mecburi kalmış bir hayatın istemeksizin yükünü taşımaya çalışan parmaklardır onlar..temiz hayatları yüklenmek belki o kadarda o kadar kolay değildir..temizr bir hayata sahip temiz anılar hiç kirli bir hayatın elinde nasıl dağıldılar bilemezler o yüzden biz giden anılara üzülürken o silmeye çalıştığı anıları satarken ne düşünürdü ki.

    YanıtlaSil
  2. üzüldüğün şeyleri düşünüyorumda,
    ne kadar şanslı birisin biliyormusun..

    YanıtlaSil
  3. Ah o hırsızın elleri,güzelse parmakları.

    YanıtlaSil
  4. Merhaba,

    Öncelikle geçmiş olsun. Yazı biraz serin okunursa materyalist mişsiniz gibi bir anlam çıkarılabilir. Ancak biraz daha sıcak okunduğunda ise siz gerçekten ciddi duygusalsınız. Yıllar önce bir kız arkadaşım bisikletinden düşmüştü neyse kalktı üstünü başını silkeledi filan görünürde iyiydi, birşeyi yoktu fakat ansızın ağlamaya başladı, " bu ne şimdi ? " dercesine şaşkın halimizle neden ağladığını sorduğumuzda...

    " Bisikletimin Canı Acıdı, Ondan Ağlıyorum " repliği ile hepimizi oldukça düşündürdü ve dumurlar aleminde kısa bir gezintiye çıkartmayı başarmıştı.

    Senelerdir aklıma kazınmıştır bu konu siz de sanırım o duygusallardansınız, adını henüz koyamadıklarımızdan ...

    Sevgiler.





    YanıtlaSil
  5. "cana can katmak" dediğinize meta fetişizmi diyoruz biz. sizin öznelliğiniz değil, kapitalizmin nesnelliği ona o can görüntüsünü verir. atfettiğimiz "manevi" değeri bundan gayrı düşünüp masum çıkamayız.
    "canınız" sağ olsun.

    YanıtlaSil
  6. Bir arkadaşım vardı,bir gün sınıfta proje ödevimizi yetiştirmeye çalışırken silgisini kaybetmişti ve kendisini ağlamak için zor tuttuğunu söylemişti.Hüznü her halinden belliydi,başta oralı olmadık.Alt tarafı bir silgi,neden ağlıyorsun diye çok gittik üzerine.Fakat söylediği şey beni oldukça düşündürmüştü.Yıllardır o silgiyi kullanmış,ağladığı ve hüzünlendiğinde anılarını yazdığı küçük defterleri varmış.Üzücü geçmişine ait yazılar.O silgi ile silmiş onları,hayatına her defasında yeni bir sayfa açmaya çalıştığında o silgi koşmuş yardımına.Bütün hatalarını ve geçmişini o silgi ile silmiş aslında.Olur ya bizim başımıza da gelir,bu mal kıymetinden değildir manevi olana düşkünlüğümüzden,içimizden gelir.Yadırgamamak lazım.

    YanıtlaSil
  7. bir kere hırsızlık deneyimi yaşadım; iki yıl çalışıp, didinip aldığım fotoğraf makinesi, henüz bir ay bile kullanamadan çalınmıştı. 25'erden 50 lira kazanalım diye çalıştığımız saatlerde, 5-6 bin lira kaybetmiştik. 50 eşit değildir 5 bin, matematiksel ifadesiyle ama o anki hislerimi hatırlamaya çalışıyorum da, matematiksel değildi hissettiklerim.

    mesela ben 'aptal hırsız' diyebilecek kadar kızgın değildim, olamadım. evet iki yıl çalışmıştım, iki yıl küçük hesaplar yapmıştım; ekmeği her gün yemekhaneden alsam 3 öğün 50 kuruştan 1.50 lira, otostopla gitsem kızılaya 2 lira da oradan, hatta ankara ayazını doğalgaz yakmadan geçirmiş - geçirtmiştim arkadaşlarıma. ama kızgın değildim, çünkü o makineyi alabilmiştim, babamın alabildiği bir laptopum vardı, amcamın hediye ettiği analog fotoğraf makinem. onlarda çalınmıştı ama hepsinde bir şans olarak sahip olabilirliğim vardı ve bir şans olarak da başkası sahip oluvermişti onlara. çalınan şey fotoğraf makinesi, laptop filan değil sahip olabilme şansıydı. ben kadar o hırsızda sahip olabilme şansına sahipti artık.

    kızmadım evet ama çok üzüldüm, 2 yılda aldığım makinenin yanı sıra makinenin 1 aylık kısa ömründeki bütün fotoğraflar da laptopumla gitmişti; yani sanki hiç öyle bir fotoğraf makinesi almamışım gibi, yazmam için iki ay boyunca kendimi motive ederek yazdığım senaryolar, yazılarım.. yani bir-birbuçuk yıllık bir yaşam. şu an için geçer not aldığım sıkıcı bir ders gibi bu hırsızlık hikayesi. artık bir kalemim var, rengarenk defterlerim. filmli makinem ile çekiyorum fotoğraflarımı, hem bu sayede fotoğraf hakkında daha fazla düşünüyorum ne de olsa bir film de 36 poz var, her kare daha özenli daha düşünülmüş daha benim.

    belki 20 günlüğüne cep telefonuna ara vermek, o küçük kutunun zincirlerini de görünür kılar hepimizi tutsak kılan; hem sadece hırsızlık olması gerekmiyor ya, bir anda hafızası da silinebilirdi telefonun, tuvalet deliğine düşebilirdi, üzerine oturulabilirdi, su dökülebilirdi.. hem o zaman bu kadar kolay da rahatlayamazdın, aptal hırsıza, berbat yabancıya karşı telefonuna şans dileyerek. ama belki bu sefer de toprağa gömerdin, bir de mezar taşı; belki rahatlardın o zaman. ve yahut da, telefonun not defterindeki sözler, gerçek not defterlerinde daha mutlu ve güvenlidir; besteler sıkılmışlardır küçük kutunun içinde, müzikler.. bir çoğu geri gelir zaten, gelmeyeni de durmak için duruyormuş telefonunda. belki de sevinmek gerek onlar için!

    YanıtlaSil